Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin ‘Sosyo-Ekonomik Politikalar Bağlamında Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB)’ projesinin üçüncü yuvarlak masa toplantısı 26 Ekim 2013 günü Trabzon’da gerçekleştirildi.

Trabzon’un farklı kesimlerinden temsilcilerin katıldığı “Diyanet’i Tartışıyoruz” başlıklı toplantıda, tartışmalar Diyanet’in kaldırılması ile özerk bir kuruma dönüştürülmesi arasında yoğunlaştı.

Toplantı Prof. İştar Gözaydın’ın yaptığı sunumla açıldı. Osmanlı Devleti’nin farklı dini toplulukları aynı yönetim çatısı altında topladığı örfi yönetimin ardından Cumhuriyet’le iktidarın, devlet işlerini dinden ayırma çabasına giriştiğini anlatan Gözaydın, “1937’de Anayasaya devletin laiklik niteliğinin konduğunu ve 61 ve 82 Anayasalarında da laikliğin Cumhuriyet’in değişmez nitelikleri arasında sayılarak, değiştirilemez maddeler olarak teyit edildiğini” hatırlattı. Türkiye’nin laiklik tanımının devletin dinle ayrışması değil, din dışı kurallara dayalı bir devlet yönetimi anlayışı olduğunu belirtti.

Prof. Gözaydın’ın sunumunun ardından yazar Cafer Solgun moderatörlüğünde yürütülen tartışmada katılımcılar Diyanet İşleri Başkanlığının niteliği, mevcut işlevi ve görevleri ile kurumun gelecekte nasıl bir yön çizmesi gerektiğine dair görüşlerini paylaştı.

Genel olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mevcut konumundan rahatsızlık duyulsa da, Diyanet’in kaldırılması halinde dinle ilgili konularda sadece dini cemaatlerin ve tarikatların etkin olacağı dile getirilen endişelerden en önemlisi oldu.

Diyanet’in kaldırılmasının toplumda kamplaşma ve bölünme yaratacağı, cemaatlerin kendi inanışlarından olmayanlar üstünde tahakküm kuracağı fikrine karşı, cemaatlerin bugün de Diyanet İşleri Başkanlığına değil kendi liderlerine danıştığı ve kurumun cemaatlerce zaten otorite olarak görülmediği savunuldu.

'Kaldırılmasın, dönüştürülsün'

Diyanet’in kaldırılması durumunda bir sorun yaşanacaksa bile, toplumun bununla yüzleşerek kendi arasında tartışma yoluyla çözmesinin sağlıklı olacağı ifade edildi. Devletin, ancak bir görüşün diğeri üzerinde baskı kurması halinde müdahale etmesi gerektiği söylendi. Ayrıca, tüm yurttaşların vergi verdiği gerçeğinden hareketle, devletin belli bir inanca mensup olanların, inançları doğrultusunda talep ettikleri ibadethaneleri kurma imkanı tanıması ve ekonomik konularda destek sağlaması gerektiği belirtildi.

Toplumun çoğunluğunun hizmetlerinden yararlandığı, kabul görmüş, köydeki imamın maaşını ödeyen bir Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılmasının, toplumun geniş bir kesimi tarafından istenmeyeceği, buna rağmen kurumun dönüştürülebileceği tartışılan bir diğer konu oldu.

Diyanet İşleri Başkanı’nın çalışanlar tarafından seçimle başa gelmesinin önemli olduğu, böylece hesap verme yükümlülüğü bulunacağı söylenerek, Başbakan’ın teklifiyle Cumhurbaşkanı’nın atadığı bir Diyanet İşleri Başkanı’nın iktidara muhalif görüş bildiremeyeceği vurgulandı.

Diyanet’in varlığının önemine ilişkin dile getirilen bir diğer düşünce de, her Müslümanın ihtiyaç duyduğu bilgiyi dini kaynaklardan bulamayabileceği görüşünden hareketle cemaatlere güvenmeyen insanların kendisine yol gösterecek bir kuruma ihtiyaç duyduğu oldu. Bu bağlamda, Müslümanların Diyanet görevlilerinden öyle bir donanıma sahip olmamalarına rağmen zaman zaman psikolog, doktor, arabulucu gibi görevler üstlenmesini beklediğine de dikkat çekildi.

Toplantının sonunda bir katılımcı, devletin kişilerin inançlarını tanımlamaktan ve Müslümanların nasıl ibadet edeceğini dayatmaktan vazgeçmesi gerektiğini ifade ederek, “Devlet özgür din eğitiminin önünü açmalı, böylece kimse diğerini tanımlamadan, diğerinin kendini tanımladığı biçimde kabul ederek yaşayabilir” dedi.

Prof. Gözaydın da bu noktada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıf yaparak devletlerin inanç gruplarını tanımlama hakkı olmadığını, devletin her inanç grubunun kendisini tanımladığı şekliyle kabul etmek zorunda olduğunu hatırlattı.